Parkinson Hastalığı ve Hareket Bozuklukları Dergisinin 2022 yılı ilk online sayısını, hoş bir tesadüf ile Nisan ayında yayınlıyoruz. Bu vesile ile 11 Nisan Dünya Parkinson Gününü kutluyor ve bu yılın mottosu “Hareket Bilimle Özgür” diyoruz.
Parkinson hastalığı hastane temelli epidemiyolojik verilere göre en sık görülen hareket bozukluğu ve yine ileri yaşın Alzheimer hastalığından sonra en sık görülen nörodejeneratif hastalığıdır. Hastalığın ilk tanımlanmasından bugüne gelen bilimsel yolculuğu sürecinde Parkinson hastalığının daha doğru, daha erken tanınması olanaklı kılınmış ve daha iyi tedaviler sunularak “hareket özgürlükleri” dahil hastalarımızın yaşam kalitelerinin artırılması sağlanmıştır. Bu yolculuk, Parkinson hastalığının özgün bir hastalık olarak ilk olarak 1817’de James Parkinson tarafından “An assay on shaking palsy” isimli kısa monografı ile bilimsel literatürde yer alması ile başladı.[1] Charcot,[2] hastalığa Parkinson hastalığı diyerek bradikinezi kavramını, hastalığın klinik özelliklerini ve hastalık spektrumunun detaylı tanımlamasını yaklaşık 50 yıl sonra yayınladı.[2,3] Takiben, beyinde substansia nigra kompaktada nöromelanin içeren hücrelerin kaybı ve Lewy cisimcikleri, Parkinson hastalığına ait patolojik değişiklikler olarak 20. yüzyılın başında tanımlandı.[4,5] Hastalığın güncel tedavi yaklaşımında da yer alan antikolinerjik ajanların tremor tedavisinde kullanımı Charcot’un[2] öğrencisi Ordenstein’in tez konusuydu.[3] Parkinson hastalığında dopamin kaybının keşfi[6] ve bu keşfi kısa süre sonra takip eden levodopanın Parkinson hastalığının tedavisinde başarılı olduğunun görülmesi[7] hastalık için çığır açan gelişmelerdi. Parkinson hastalığının modern cerrahi tedavisine yön veren önemli gelişme, subtalamik çekirdek lezyonunun hastalık motor bulgularında düzelmeye neden olmasının gözlenmesi idi.[8] Nörodejeneratif hastalıklarda protein patolojilerinin hızla keşfedildiği 20. yüzyıl sonlarında, alfa-sinüklein mutasyonunun ailevi Parkinson hastalığına neden olduğu,[9] alfa-sinükleinin Lewy cisimciklerinin yapısında bulunduğu[10] ve patofizyolojide yanlış katlanmalarının önemli olduğu keşfedildi.
Parkinson hastalığı ve ilişkili bozukluklarda güncel çalışmalar, alfa-sinüklein ve patofizyoloji ile ilişkili olabilecek diğer protein patolojilerine ve genetik bozukluklara, bağırsak mikrobiyotasının patofizyoloji ile ilişkisine, immün, hücre ya da gen-temelli girişimlerle hastalığın önlenmesi ve küratif tedavisinin keşfine, risk faktörlerinin tanınması ve önlenmesine, hastalığın doğru ve yaygın kullanılabilecek biyobelirteçlerle presemptomatik dönemde dahi erken ve doğru tanısını sağlamaya, medikal, cerrahi ya da giyilebilir teknolojilerle semptomatik tedaviye, uygun destek ve takip sistemlerini oluşturabilmeye odaklanmış ancak bunlarla sınırlı kalmamaktadır. Parkinson hastalığın tarihsel öyküsünde ve pek çok diğer hastalığın tarihsel yolculuğunda da görebileceğimiz gibi, kimi bulgu ve gelişmeler, kendi oluşturdukları bilimsel bilgi yanında çok daha önemli keşiflere temel oluşturabilmekte, hastalıkla ilgili kavramlarda temel değişiklere de neden olabilmektedir.
Tüm bu bilgi birikimlerine ve çalışmalara rağmen hastalığın etyopatogenezinde, tanı ve tedavisinde bilimin aydınlatması gereken önemli sorun ve sorular vardır. Yine hasta ve hasta yakınlarının sosyal olarak desteklenmesi gereken pek çok alan vardır. Önümüzdeki yılların, tüm soru ve sorunlara hızla çözümünü sağlamasını umuyoruz. Son olarak, Parkinson hastalığının tarihsel yolculuğunda da gördüğümüz gibi, bilimsel gözlemler ve çalışmaların sunulduğu bilimsel dergiler, bilginin kaydedilmesi, paylaşılması, bilimsel birikimin gelişmesi, yeni soru ve hipotezlerin oluşturulup cevaplarının aranması için önemli araçlardır. Parkinson Hastalığı ve Hareket Bozuklukları dergisi’ne de bu görevde başarılar diliyorum.